Yapılan bir araştırmaya göre, yeni yönetimlerin % 40’ı ilk 18 aylarında başarılı olamamaktadır. Bunun nedenleri araştırıldığında, yönetimlerin zamanının % 82’sini meslektaşları ve astları ile iyi ilişkiler kurmada hataya düştükleri olarak bulunmuştur. Bu araştırma kişisel yeteneklerin önemini göstermektedir.
Böylelikle, teknik becerilerin gerekli ama başarıda yetersiz olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Rekabetin ve işyerinin taleplerinin artması nedeniyle, yöneticiler sadece teknik becerileriyle başarılı olamamaktadır. Başarı ise, bilindiği gibi hedeflere ulaşma derecesi ile ölçülmektedir. İşletmenin ya da yöneticinin başarılı olması için teknik bilgilerin yanında bir takım bireysel yeteneklere de sahip olması gerekmektedir.
Bu bireysel yeteneklerin gelişimi ise, aile başta olmak üzere, arkadaşlıklar, öğretmenler, rol model sanatçılar, popüler kişiler ve çevre etkili olmaktadır. Özellikle kişiliğin gelişimini etkilemektedir.
Eğitim sistemimiz ise kişiliğin sağlıklı gelişiminden ziyade teknik bilginin güçlendirilmesine yönelik süreçleri içermektedir. Sistem bu şekilde işleyince bilen ancak bildiğini ifade edemeyen nesiller orta çıkmaktadır.
Bu kapsamda, kültürümüzü yansıtan atasözlerimiz ya da veciz sözler de bunu ortaya koymaktadır. “Söz gümüşse sukut altındır”, “Küçükler büyüklerin yanında konuşmaz.”, “Daha dünün çocuğusun” gibi ifadeler aslında kişisel gelişimin önünde önemli engeller oluşturmaktadır. Arkadaşlarının ve büyüklerinin yanında kendini ya da düşüncelerini istediği gibi anlatmakta zorlanan kişiler yukarıda ifade ettiğim araştırma sonuçlarını desteklemektedir. Doğal olarak anlatmakta güçlük çeken kişiler anlamakta daha yüksek zorluklar çekmektedir.
Ülkemizde eğitimin teknik niteliği düşük değildir, bununla birlikte eğitimin tüm basamaklarında bilgiyi ifade etme becerisi düşüktür.
Askeri ifade ile hazır olda yöneticileri ile konuşanlar, hazır olda öğretmenleri ile konuşmak durumunda olanların gerçek duygularını ifade etmesi çok güçtür.
Bu süreç zamanla karşısındaki kişilerin duymak istediklerini söyleyen kişilerin sayısının yükselmesine neden olmaktadır.
Saygın bir iş adamı olan tanıdığım, bir gün telefonla beni arayıp “Ali senin bir öğrencinin babasını yakından tanıyorum. Hafta sonu Ankara’ya gelecek bana uğrayacak. Çocuğunun kariyeriyle ilgili seninle görüşmek istiyorlar. Benim ofisime gelir misin?” dedi. Hafta sonu ofise gittim. 4 kişi buluştuk. Öğrencimize mezun oluyorsan ne yapmak istiyorsun diye sordum. Öğrencimde babasının kereste işiyle uğraştığını, mezuniyeti sonrası babasının işini uluslararası piyasalara taşımak istediğini, ihracat-ithalat yapmak istediğini söyledi. Babasının hoşuna gitmişti ancak öğrencimin konuşurken tedirgin olduğunu hissettim. Kendisine dönerek açık konuşmamız gerektiğini ortaya koyarak doğruyu söylemesini istedim. O da bana dönerek “Hocam doğru söylüyorum.” dedi. İkinci kez ısrarla sorduğumda, “Hocam yaa, ben babamın yaptığı işi sevmiyorum. Kendi işimi kurmak istiyorum.” dedi.
İşte ülkemiz gibi manevi değerleri baskın olduğu toplumlarda kişiler kendi duygularını ifade etmek yerine sevdiklerinin hoşuna gidecek ifadeleri kullanmayı tercih etmektedir. Sonuç olarak sevmediği işleri yapan, duygularını her zaman baskılamaya çalışan sağlıksız bir toplum ortaya çıkmaktadır.
Bilen ve bilgisini hiçbir baskı olmadan rahatça ifade eden bir genç nesille yaklaşık 30-50 yıl içinde demokratik bir topluma devrilme olasılığımız vardır.